Son zamanlarda yazılarımı beğenmeyen arkadaşlardan bazıları:

“Yaşın kemale erdi. Bırak artık bu işleri. Evde otur, emeklilik maaşını yemeye bak…” diyorlar.

Bu isteği yerine getirmek mümkün mü?

Hani derler ya: “Bu can bu tende kaldıkça, dilim döndükçe, elim kalem tutmaya devam ettikçe” yazmaktan ve söylemekten vazgeçemem.

“Artık bırak!” tavsiyelerini duydukça Koca Yunus’un yüzyıllardır dilden dile aktarılan ilahisini hatırladım:

“Ben yürürüm yana yana

Aşk boyadı beni kana

Ne akilem ne divane

Gel gör beni aşk neyledi”

Yunus’u yollara düşüren, ateşlere yandıran neydi? Soyut bir ilahi aşk mı?

Yoksa 13. Yüzyıl ortalarıyla 14. Yüzyıl başlarında (Yunus’un tahmin edilen yaşadığı yıllar 1250-1320) Anadolu’da hem Moğol istilası, hem iç çatışmalar nedeniyle çaresiz kalan köylülerin kurtuluş arayışı mı? Moğollar gibi bir istilacıya teslim olmuş, hatta onunla işbirliği yapan Anadolu Selçuklu yöneticilerine karşı bir isyan çığlığıdır Yunus. Baba İshak, bu çığlığı isyancı köylülerin başına geçerek yapmış ve ezilmişti. Şeyh Bedrettin ve ona inananlar da aynı biçimde Osmanlı Sarayı tarafından ezileceklerdi. Bizim 1968 kalkışmamızın ezilmesi, son büyük destanımı olan Gezi’mizin sönümlendirilmesi gibi. Hâlâ bunların hesabını soruyorlar!

Bu koşullarda Yunus, tasvirî resimlerinde gösterildiği gibi elinde bir asa ve omzunda bir azık torbasıyla tekke tekke, köy köy gezerek, köylülerin dilinden konuşarak Anadolu bozkırına birliğin, umudun tohumlarını serpiyordu. Üstelik bugün bizim de yaptığımız gibi din, mezhep milliyet ayırmadan herkesi kucaklayarak. Dört kitabın anlamını bir “Elif”te (doğrulukta) toplamıştı.

Biz günümüzün bağımsızlığa, adalete, kardeşliğe susamış halkçıları, Yunus’un aydınlık izinden gidiyoruz. Onun şiirindeki dertli dolap gibi derdimiz olduğundan “iniliyoruz.”

Onun döneminde, Selçuklu saraylarında beslenen ve arabanın yüksek tarafına binen edebiyatçılar da vardı. Moğol istilasına bile ses çıkarmayan ve düzene uygun “hikmetli” Mesneviler yazarlardı. Bugünkü Saray soytarıları gibi. Molla Kasımlar vardı. Bugün Kitabı yüzünden okuyan sarıklılar gibi.

Bir onların gösterişli dergâhına bakınız, bir de Yunus’un Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy’de basit taşlarla çevrilmiş, toprakla bir, mezar taşı bile bulunmayan son durağına…

Yunus’u yana yana gezdiren, “aşk”ın kanına bulayan, aklını başından alan koşullar bugün de vardır. Toplumcuları ne emekli maaşı, ne yaşlarını almış olmak halkın dertlerini dilde getirmekten, gerçeği haykırmaktan alıkoyamaz.

Soygun, sömürü, yalan, milletin tepesinde saltanat sürme heveslerine karşı susan, dilsiz şeytandır.

Denebilir ki, yazıp söylüyorsun da ne etkisi oluyor? Dinleyen mi var? Olsun, hiç değilse vicdanımızı temiz tutmaya çalışıyoruz. (7 Şubat 2020)

Sarıköy'de Yunus Emre'nin mezarı başında.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol