Türk operasına damgasını vurmuş, sesinin gücünü dünyaya duyurmuş, Cumhurbaşkanlığı Takdir Ödülü sahibi, değerli tenorlarımızdan biri Ömer Ali Otar…

Toplumun ışığıdır sanatçı, karanlıklra ışık saçan bir yıldız.  Operanın yıldızlarından, büyülü ses, Fethiye Huzurevi'nin 'Pavarotti Ali'si ile  kesişti yollarımız.  Ömer Ali Otar, tam bir İstanbul beyefendisi. İstanbul'un en alımlı semtlerinden biri olan Bebek'te doğup büyüyen, 'altın çocuk' lakaplı, asil soylu, mavi gözlerinin derinliğinde 65 yıllık yaşanmışlığın tüm izlerini taşıyan ve sevgiyle yansıtan güzel mi güzel bir yürek...Neler yaşamış, neler görmüş; kimi zaman duygulandı kimi zaman gülümseyerek paylaştı. İşte, pırıltılı opera sahnelerinden Fethiye Huzurevi'ne taşınan  bir yaşam öyküsü...

Boğaziçi'nin sürmeli gözlerinde şirin mi şirin bir evde doğar ve oldukça renkli bir çocukluk geçirir Ömer Ali Otar. Çocukluk günlerini ve arkadaşlarını anlatırken gözlerindeki o parıltıyı görmelisiniz. İki apartman arası boş zemini, futbol sahası olarak kullanır arkadaşlarıyla. 6 yaşında futbola başlar ve yeteneğiyle dikkatleri üstüne çekmeyi başarır. İstanbulspor'dan teklif gelse de o bunu kabul etmez. Kendi yolunu çoktan belirlemiştir hem de daha 5 yaşındayken. Annesiyle gittiği bir oyunda tanışır operayla. O günden sonra da müzik hayatı olur ve şarkı söylemeyi hiç mi hiç bırakmaz.

SANATLA HARMANLANAN ÇOCUKLUK

Annesi Süheyla hanım, iyi bir terzi olduğu kadar, resime, el sanatlarına, sanata aşık bir kadındır. Kırım göçmeni babası Eşref Bey de muhasebe uzmanı bir sanat tutkunu. Süheyla hanım ve Eşref beyin sanatla harmanlanan  çocukları sanatın ışığını  yansıtmayı başarırlar, seslerini dünyaya duyurmayı da... Büyük çocukları Nazan (Erkmen) dünyaca ünlü grafik sanatçılarımızdan biri olurken, küçük çocukları Ali de opera sahnelerinin büyülü seslerinden biri olur.

ENKAZLARLA DOLU HAYATINDAKİ İLK YIKIM

Liseyi Avusturya Lisesi'nde okurken ilk aşkı da burada bulur. Türkiye'nin tanınmış ailelerinden birinin kızıyla 4 sene dolu dolu yaşar aşkı. Nişanlanırlar ama kısa süre sonra ailesi tarafından evlenmekten vazgeçirilir sevdiği kız,  yaşı küçük olduğu için...Ve bu ilk kaybı olur Ali'nin, enkazlarla dolu hayatındaki ilk yıkım...Daha sonra 2 kez evlense de hiçbiri ilk aşka benzemez ve o huzuru veremez.
1975'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümünü kazanır.  Üniversite eğitimine Türkiye'nin o günkü siyasi şartları nedeniyle ara verir tüm dersleri 100 üzerinden 100 iken... Ertesi yıl  Galatasaray Üniversitesi İşletme bölümünde devam eder eğitim yolculuğu. Müzik tutkusunu da Çemberlitaş'taki İstanbul Belediye Konservatuarı'na taşır. Eğitimini sürdürmek için haftanın 4 günü Boğaziçi Üniversitesi'ndeki telefon santralinde çalışır hem de geceleri...

CUMHURBAŞKANLIĞI TAKDİR ÖDÜLÜ GETİREN PERFORMANS

İstanbul Belediye Konservatuvarı Öğretim Görevlisi rahmetli İhsan Balkır fark eder sesinin opera eğitimine yatkınlığını, 1 sene boyunca özel olarak çalıştırır Ali'yi. 1982 yılında İstanbul Devlet Opera ve Balesi 'tenor ihtiyacı var' diye sınav açtığında, ikincilikle kazanır bu sınavı ve hemen kadroya alınır. Böylece küçüklüğünden beri ideali olan operaya da kavuşur altın çocuk...

"Vatan görevi kutsaldır" diyerek kısa bir süre sonra askere gider. Önce yedek subay olarak Polatlı Topçu Okulu ve ardından çok iyi derecede Almanca ve İngilizce bildiği için mütercim asteğmen olarak Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nda tamamlar vatani görevini...

Kadroya alınıp askere gittiği için operaya dönüşü de kolay olur. Hemen başlar sahne almaya. İstikbal vaad ettiğini söyler tüm otoriteler. Özellikle çocuk oyunlarındaki performansıyla büyüler herkesi. Bir gün Turandot Operası ile Danimarka'ya gider. Ritim yakalamaktaki ustalığı farkedilir ve ödüllendirilir burada. Türkiye'ye döndüğünde de Süleyman Demirel tarafından kendisine 'Cumhurbaşkanlığı Takdir Ödülü' takdim edilir. Turandot'u Aspendos'ta sahnelediklerinde de, Demirel  yanına çağırır ve tebrik eder tüm ekibi. O kadar etkilenir ve duygulanır ki ağlayarak olur bu tebrik...

10 YIL ARAYLA SARSAN 2 İNTİHAR

Anne ve babası 10 yıl arayla ama aynı şekilde veda eder hayata ; intihar ederek. Yüzme bilmeyen annesi Bebek'in sularına bıraktığında kendisini, acı haber de vurmuş karaya cansız bedeni gibi...

10 yıl sonra da romatoid artrit hastası babasının intiharıyla sarsılır. Ameliyatlarda kullanılan bir zehiri içerek hayatına son verir Eşref bey. Ablasının da kendisine sırt çevirmesiyle hayat mücadelesine yapayalnız devam eder Ömer Ali.

Operada en ihtişamlı günlerini yaşarken emekli olmak zorunda kalır. En acısı da doğup büyüdüğü Bebek'teki evini satmak zorunda kalışıdır. Kredi kartı mağduru olmuştur, temerrüt faizleri yükseldikçe elinde avucunda ne varsa satar. 45 yaşında emekli olur; emeklilik ikramiyesi son umududur ama o da yetmez, yetemez ne yazık ki..."Kefil olan arkadaşlarım da mağdur oldu benimle birlikte, evimi satsam da mağduriyeti gidermeye yetmedi" diyor.

NEW JERSEY DEVLET OPERASINDA 'TÜRK'ÜN SESİ

En çok istediği şey tüm olumsuzlukları geride bırakarak Amerika'ya gitmektir. Ve o arzusu gerçekleşir. Amerikan rüyasının ilk adımı olarak değerlendirilen Green Card çekilişini kazanır ve Amerika'ya gider. Orada zorlu bir mücadele verir tam 6 yıl. Bir çocukluk arkadaşı sahip çıkar ve evini açar ilk 3 ay. Kasiyerlik yapar, ayakkabı reyonu da dahil çeşitli işlerde çalışır günde tam 16 saat. Tüm bu yorgunluğa değer çünkü bir opera korosuna girmeyi başarır Ali. New Jersey Devlet Operası'nda bir Türk olarak sahne alır.

6 yıl sonra Türkiye'ye döndüğünde ilk işi, kendisine kefil olan arkadaşlarına kalan borcunu ödemek ve onlarla helalleşmek olur. Ardından Mersin Devlet Operası'na kabul edilir ve 2 yıl çalışır. Sözleşmesi yeni gelen müdür tarafından uzatılmayınca yeniden Amerika'ya dönmek zorunda kalır. Bu kez 8 ay ancak kalabilir.
"Müslüman ismine iş bulmak çok zordu; ismimi gördüklerinde işe  almaktan vazgeçiyorlardı." diyor.

Türkiye'ye gelir ve geçirdiği kalp krizi sonrası bir daha da Amerika'ya dönemez. Havaalanında geçirdiği panik atak o uçağa binmesini engeller. Green Card'ı yanar, Amerikan rüyası da sona erer.

Kıt kanaat geçinmeye çalışır; sokaklarda bezelye bile ayıklar bir zaman, emekli maaşı yetmediği için... Bir gün liseden bir arkadaşıyla karşılaşır. Arkadaşı kira istemeden Kadıköy'deki evini verir. 7-8 sene burada oturur Ali ve bu sayede hayata tutunur.

MÜZİK VE SPORLA YENİDEN BULUŞTU

Bebek'ten bir çocukluk arkadaşının ısrarlı çağırışına kayıtsız kalamaz ve Muğla'nın şirin ilçesi Fethiye'ye taşınır. Bir köy evi beklemektedir onu içindeki farelerle birlikte... Sonrası mı? Fethiye'de huzurevine başvurur ve kabul edilir. Cumhurbaşkanlığı takdir ödülü işe yarar, sıra bulmasını kolaylaştırır. 2016 dan beri de SHÇEK-Fethiye Belediyesi Huzurevi'nin Pavarotti Ali'si.

Burada müzikle de sporla da buluşur yeniden. Fethiye Belediyesi Türk Müziği Korosu'na katılır, huzurevinin Bocce Takımı'nda yer alır. Takım olarak, huzurevleri arası  Antalya’da düzenlenen Yetişkin Gençler Türkiye Huzur Bocce Turnuvası Türkiye Finallerinde 3. olurlar. Ödül kazanmak kadar ödül töreninde sahne alıp aryalar seslendirmek de muhteşem hissettirir Ömer Ali'yi.

SANAT VE SANATÇININ DOSTU; EŞSİZ LİDER ATATÜRK

Büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten bahsederken coşuyor. "Kimse o eşsiz liderin tırnağı olamaz. O kadar değer verdi ki sanata da sanatçıya da, dünyada eşi benzeri yok yaptıklarının" diyor. Sahnelenmiş ilk Türk Operası Özsoy'u 20 günde hazırlattığını ve her gün provalara giderek sanatçılara nasıl moral verdiğini hatırlatıyor. Ve Atatürk'ün bu kadar zamanda bu iş yapılmaz diyenlere verdiği o meşhur cevabı: "Biz yirmi günde opera yazmış, bestelemiş, oynatmış bir milletiz. Yeter ki yapacağınız işe öncelikle kendiniz inanın"

GENÇ SANATÇILARA 'ÂLİ' TAVSİYELER

Genç opera sanatçılarına da şu tavsiyelerde bulunuyor: Günlük yaşamasınlar, adımlarını çok sağlam atıp geleceğe iyi bir yatırım yapsınlar. Ve ekliyor gözleri çok uzaklara dalarak; mutlaka bir ev sahibi olsunlar, bir de iyi bir eş bulsunlar...

ÖMER ALİ'Yİ DİNLER MİSİNİZ?

Operadan uzak kaldığı her gün, yaşama diri diri gömüldüğünü söyleyen Ömer Ali Otar'ın en büyük hayali bir albüm yapmak ve yeniden Amerika'ya gitmek; orada yaşayan Türkler için sahne almak, aryalar seslendirmek. Kimbilir, sanat ve sanatçı dostu bir el uzanıverir ve bu hayali gerçekleştiriverir. Olamaz mı? Bir umut, kimbilir...

"Sanatkar, toplumda uzun mücadele ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.” ATATÜRK
“Hayatta müzik lazım değildir. Çünkü hayat müziktir. Müzik ile ilgisi olmayan varlıklar insan değildirler. Eğer söz konusu olan hayat, insan hayatı ise müzik mutlaka vardır. Müziksiz hayat zaten mevcut olamaz. Müzik hayatın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir.” ATATÜRK

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol